20 Ocak 2016 Çarşamba

İnceleme: The Shadow Queen

Hayvanlara ve bir parçası oldukları doğaya hükmedebilen büyülü güçler, intikam arzusuyla dolup taşan karakterler ve fantastik kitapların olmazsa olmazı canavarlar. C.J. Redwine'ın The Shadow Queen'i, ince ince örülmüş kurgusuyla "Pamuk Prenses" masalına yeni bir anlam kazandırıyor. 



Ravenspire Krallığı’nda tahtın gerçek sahibi veliaht prensesi Lorelai Diederich, tıpkı üvey annesi Kraliçe Irina gibi büyü yapabiliyor ancak güçlerinin sınırları henüz vakıf olamadığı bir sır. Yine de prenses, kraliçenin maskesini düşürmek için elinden geleni ardına koymuyor ve saray cehenneme dönüyor. Çıkan arbedede kraliçe boş durmayarak ailenin beslediği yılanı bir engerek yılanına çevirip krala saldırtıyor. Kral ölürken, prenses ile kardeşi Leo, kralın sağ kolu Gabril’in de yardımıyla kaçmayı başarıyorlar. İşte hikâye böyle açılıyor.


İlk bölümün başında aradan dokuz sene geçtiği belirtiliyor. Bu dokuz sene boyunca Lorelai ve kardeşi Leo kaçak hayatı yaşıyorlar ve Gabril de yanlarından ayrılmıyor. Lorelai'ın hayattaki tek amacı kraliçeyi alt etmekken halk da sefalet içinde sürünüyor. Kraliçenin kullanmaktan vazgeçmediği büyüsü krallığı kasıp kavuruyor ve insanlar yiyecek lokma bulamıyorlar. Daha sonra "çift yürekli" Eld Prensi Kol’la tanışıyoruz. Kol, ailesi devlerin saldırısında ölünce kral oluyor. Fakat savaş devam ederken bu canavarları büyü olmadan yenemeyeceğine hükmederek kraliçeden yardım istemek zorunda kalıyor ve kraliçe ufak bir alicengiz oyunuyla işi kendi çıkarı doğrultusunda bir kan anlaşmasına vardırıyor. Yapılan bu anlaşmayla birlikte Kol ve Lorelai karşı karşıya geliyorlar.

Gabril’s voice was strong and sure. "I believe in you, and I’ve fought for you, because in a world full of people who crumble before an evil too terrifying to comprehend, you put up your fists and fight."

Yazar, hepimizin bildiği bir masala daha fazla büyü ve canavar katıp kendi yorumunu getirerek gençlere yönelik bir epic fantasy yazmayı amaçlamış. Sonuna dek desteklemek isteyeceğiniz prensesin yanı sıra kitabın baş kötüsü Kraliçe Irina da esaslı bir karakter. Yazar, belli ki elindeki materyalleri en iyi şekilde kullanarak akılda kalıcı ve çok katmanlı bir karakter yaratmaya çalışmış.

Bu neredeyse her satırında üzerinde epey düşünüldüğünü hissettiren kitapta sessiz sakin geçen bir an bile yok. Kafalarına koydukları görevleri uğruna birbirlerinin peşine düşen karakterler aksiyon dozunu yüksek tutuyorlar. Zaman içinde geçmişlerini de öğrenmeye başladığımızda her birini gözümüzde canlandırmamız kolaylaşıyor.

“What could be worse than death?"
"I am.” 

Önümüzdeki ay yurtdışında satışa sunulacak kitap, Ravenspire serisine muhteşem bir açılış yapıyor. Bilhassa re-telling sevenlerin mutlaka yakından incelemesi gerektiğini düşünüyorum.

Puan: 5

2 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...