15 Ocak 2015 Perşembe

Ekran Başında: Brynhildr in the Darkness

Lynn Okamoto'nun Gokukoku no Brynhildr/Brynhildr in the Darkness'ından uyarlanan on üç bölümlük anime serisi, cadı denilen ama cadıdan çok süper güçleri olan insanlara benzeyen kızların ve bu kızlardan özellikle birini kurtarmak için canını ortaya koyan liseli bir gencin yaşadıklarına odaklanan, yer yer duygusal yer yer komik ama daima aksiyon dolu bir seyirlik.



2014'te bir öğle vakti NHK World izlerken denk geldiğim animeyi sonunda tam manasıyla keşfettim. Fotojenik hafızası olan Ryouta Murakami'nin bir kazada yitirdiği ve unutamadığı çocukluk arkadaşı Kuroneko'nun birebir kopyası olan Neko Kuroha ile tanışmasıyla başlıyor her şey. Neden bu kadar benziyor, yoksa o mu, değil mi derken kendini bu kızın ve arkadaşlarının hayatının ayrılmaz bir parçası olarak buluveriyor. Artık onlar için yapmayacağı bir şey kalmıyor ve defalarca kendini tehlikeye atıyor. Buraya kadar gayet ilgi çekici bir bilim kurgu/gerilim serisi gibi duruyor, değil mi? Üstüne bir de (onuncu bölümde death metal'imsi bir şeyle değiştirilmeden önceki) muhteşem açılış müziğini ekleyin. Güzel. Ancak beğenmediğim yönleri de var.

Animenin, görsel anlamda diğerlerinin arasından sıyrılacak pek bir özelliği yok ve bazen takibi zorlaştıran dağınık bir anlatımı var. Aksiyonsa aksiyon, kansa kan. Fakat konunun işlenişinden pek etkilendiğim söylenemez. Ayrıca, bir de bana pek manasız gelen fan service olayı var. Serinin edepsiz cadısı Kazumi'nin her türlü yoruma açık hamleleri bir yana, diğerleri de bir anda, öyle pat diye soyunabiliyorlar.



Diğer yandan, her karakterin, yukarıda bahsettiğim kız da dahil, kendine has bir hikayesi ve kendince var olma nedeni var. Çok üzerinde durulmasa da. Yine aynı örnekten gidersek, Kazumi'nin cinselliği/doğurganlığı bir tür çıkış yolu, kısa sürmesi planlanmış varoluşuna anlam katacak bir şey olarak değerlendirmesi sonucu ortaya uçlarda dolanan bir karakter çıkıyor.

Aslında klişelere bol bol yer verilen seriye göre karakterlerin o kadar da kötü olmadığını düşünüyorum.



Biraz da şu süper güçlere değinmeliyim.

Cadıların dünyanın seyrini değiştirecek, ölümcül sonuçlara direkt ya da dolaylı olarak yol açabilecek güçleri var. Kimisi patlamalara neden olurken, kimisi istediği kişiyle yer değiştirebiliyor, kimisi de sınır tanımadan tüm bilgisayar ağları üzerinde hakimiyet kurabiliyor. Spoiler vermemek adına tüm yazıda olduğu gibi bu noktada da derinlemesine yorumlamaktan sakınacağım ama özellikle dokuzuncu bölümde tanıştırıldığımız Nanami'nin güçlerine hayran kaldım. 

Öyle bir seri ki ilerleyiş açısından bir an dram, sonra romantik komedi, sonra aksiyonu bol bir macera filmi izliyor gibi oluyorsun. Aynı bölümde. Seriyi tamamladıktan sonra iyi ama çok daha iyi olabilirmiş diye düşünmedim değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...